Friday, July 30, 2010

TED diye bir şey var!


Evet efenim, bu zamanda ve bu düzlemde ne büyük bir şanstır ki www.TED.com diye bir kaynak var! TED (Technology, Entertainment, Design) bir kar amacı gütmeyen kuruluş, Amerika kökenli olmasına karşın bir hayli küreselleşmiş bir oluşum. Amaç "paylaşmaya değer fikirler"i yaymak. Her baharda Long Beach ve Palm Springs'de yapılan iki adet yıllık konferansın yanısıra İngiltere'de Küresel Konferans ve çeşitli ülkelerde de (Türkiye'de de yapılmış geçtiğimiz yıllarda, nasıl olduysa kaçırmışım) küçük "event"ler şeklinde düzenleniyor. Ayrıca websitesinden de tüm konuşmalar takip edilebiliyor, bloglar, web'de en çok izlenmesi gerekenler, yıllık TED Ödülü, Açık TV vb. ek kaynak ve uygulamaları da var. 1996'da Chris Anderson tarafından kurulmuş olan The Sapling Foundation tüm bu operasyonun sahibi.

Konuşmaların çok belirli bir formatı ve kalitesi olduğunu söylemek lazım. En uzun konuşma 20 dakika ile sınırlı, beni çok çok etkileyen konuşmalar arasında 6 dakika olanlar da var elbette. Söyleyecek önemli şeyleri olan çok değerli adam ve kadınları bulup paylaştırıyorlar. Beyin ve nörolojiden uzaya, eğitimden sanata ve tasarıma, mimarinin müziğe tarih boyunca etkilerinden, okyanusun altına döşenen kablo ve kamera sistemleriyle deniz canlılarını takip ve kayıt edebilme teknolojisine kadar aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek pek çok başlıkta istisnai tatlar alabilirsiniz. İşitme engelli perküsyoncu Evelyn Glennie sizinle müziğin nasıl dinlenmesi gerektiğini öyle etkileyici bir biçimde paylaşabilir ki hayatınızdaki sesler bir farklı duyulmaya başlayabilir. Ya da Michael Moschen jonglörlük becerilerini nasıl geliştirdiğini ve nasıl bir tasarımcı olduğunu paylaşırken 18 dakikanın nasıl geçtiğini fark bile edemeyebilirsiniz. Al Gore iklim değişikliklerini, Laurie Santos ile maymunların ne zaman rasyonellikten uzaklaştığını, Kevin Stone ile eklem yenilemede son gelişmeleri izleyebilirsiniz.

Gönüllü çevirmenler pek çok dilde altyazı çevirileri yapıyorlar ve oldukça başarılı altyazılarla takip etmek de mümkün. Henüz sitedeki tüm konuşmaların Türkçe altyazısı yok elbette ama belli ki sıkı çalışan bir gönüllü ordusu var. Siz de meraklıysanız ve yapabileceğinize inanıyorsanız katkıda bulunma isteğiniz de varsa çevirmen olarak başvurabiliyorsunuz. Ayrıca TED formatında yerel mini konferanslar da düzenleyebiliyorsunuz, tabii onların onayı ve desteğiyle.

Etrafımdaki herkese hızla ve şiddetle bulaştırıyorum TED'i, henüz teşekkür etmeyen olmadı. Herkesin ilgisini çekebilecek ve işine yarayabilecek bir konuşma elbet vardır orada bir yerlerde...Hatta birden çok daha fazlası vardır.

Daha fazla beni okuyarak vakit kaybetmeyin, merakınıza yenilin ve siteyi iyice bir dolanın, bol keyifler!

Wednesday, July 28, 2010

Akıl akıl gel bana takıl...



Efenim bu aralar, hatta bir hayli zamandır yavaş yavaş sindire sindire okumakta olduğum bir kitap var: Karısını Şapka Sanan Adam (Oliver Sacks). Bu değerli kitap Sayın Sacks'ın iyileştirdiği, iyileştirmeyi denediği, şahit olduğu veya araştırdığı hastaların hikayeleri ve deneyimleri üzerinden insan denilen yaratığın aklını, beynini bilebildiğimiz kadarıyla paylaşması üzerine yazılmış bir kitap. Elbette yaklaşık bir yıldır okuyup duruyorum, yanlış anlaşılmasın kitap sadece 250 sayfa ama her bir sayfayı ve hikayeyi sindirmek bana kalırsa en az iki üç hafta...

Oradan bir kaç alıntı yapmazsam orta yerimden çatlayabilirim diye hissederek bugün yazıyorum, bir yandan dışarıda bardaktan değil açık kalmış musluktan, hatta vanası patlamış borudan taşan su misali yağmur var, işyerimde odam boyanıyor ve ben aslında şu an burada değilim...

"Burada, tüm alıştığımız düşüncelerin tersine çevrilebileceği - hastalığın iyileşme, normalliğin hastalık olabildiği, uyarılmanın ya kölelik ya özgürlük olduğu, gerçekliğin, makul düşünce ve davranışlarda değil taşkınlıkta yattığı garip sularda seyrediyoruz." Evet, yaptığı işten bahsederken böyle diyor sayın nörolog doktorumuz. Gerçekten de bahsettiği bazı vakalarda, özellikle de beyindeki bazı fonksiyonların az işlediği veya işlevini hiç gerçekleştiremediği değil de fazlasıyla gerçekleştirdiği aşırılık durumlarında görünen o ki bazı hastaların (ve tabii onların doktorlarının da) tutunabilecekleri bir gerçeklik, bir referans noktası kalmayabiliyor.

Hiç trambolinde zıpladınız mı? Veya uçaktan paraşütle atladınız mı? Ya da uçurumdan atıverdiniz mi kendinizi şu meşhur havalı iplere bağlayıp? Ben geçen haftasonu trambolinde zıpladım, aralarında en masum ve hafif olanı o bence, çok da keyifliydi ancak bir süre sonra yerçekimine kıyasla hafifleşmiş hisseden bedenim (zıplamak kolaylaşıyor ya ondan, bacaklar çok daha yukarı atabiliyor bedeni) zıp zıp zıplarken ve ben keyif çığlıkları atarken, bir süre gerçeklikle ve yerçekiminin acımasızlığıyla bağım koptu, yere indiğimde bir hayli başım döndü, adım atamadım, sonrasında yerde zıpladığımda yerin dibine girmiş gibi hissettim, gıcık oldum. Şimdi o duygumu düşündüğümde ve bu vakaları okuduğumda gerçeklikle bağın tamamen kopmasının nasıl bir zorluk olduğunu canlandırmaya çalışıyorum kafamda ama pek yapabildiğimi sanmıyorum. Olması gerekenden fazla çalışan sinaptik bağlantılar veya çok gelen elektrik akımı, beynimizin fonksiyonlarını elbette olumsuz etkiliyor, bazen öyle olumsuz etkiliyor ki hasta (bazı epileptik durumlarda olduğu gibi) deneyimlediği şeyin veya aldığı uyarıcının hangisinin gerçek hangisinin kendi zihninin boşluk doldurması olduğunu artık bilemiyor. Sanki bir bilgisayar oyunu gibi, yerde kocaman gayzer delikleri var ve her an birinden gaz çıkıp herşeyi yok edebilir ve siz bu deliklerin üzerlerinden köprüler kurarak hayatta kalmak zorundasınız.

Bir uyarana bedenimizin, aklımızın, beynimizin verdiği tepki ne az olmalı ne fazla, başkalarına uyaran olduğumuzda da ne az kalmalıyız ne fazla. Denge ve ince ayar pek bir mübarek kavramlar gibi görünüyor bu durumda. Vakaların bazılarında hasta etrafında birilerini gördükçe konuşma, anlamlandırma ve hikayeler yazma derdine düşüyor, sürekli konuşuyor, karşısındakini dinlemiyor, zihni karşılaştığı bulmaca durumuna (bu adam kim ve neden streteskopu var? gibi) sürekli hikayeler yazarak bir çözüm bulmaya çalışıyor. Gerçeklik ortadan kalkıyor, her şey karışıyor. Bu tür vakalarda yapılabilecek tek şey onları olabildiğince az sosyal etkileşimli ortamlarda, mümkünse doğayla olabildiğince başbaşa bırakmak ve sanatla terapi. Oysa bir başkasında bu aşırılık, tikler, hızlı ve/veya fazla reaksiyonlar harika istisnai bir davulcu, ressam vb. sanatçı olmasını sağlıyor ancak sinirli, zor ve birlikte çalışılmaz ya da eşi ve çocukları için birlikte yaşanamaz yapıyor. Hangisinden nasıl vazgeçersiniz ki? İlaç tedavisi bütün aşırılıkları ortadan kaldırabiliyor, ancak o zaman size özgü olan eşsiz özellikleriniz de yok oluyor. Artık o kendine özgü sanatçı olamıyorsunuz, sıradan ve tekdüze bir icraatçıdan öteye gidemiyor çabalarınız. İki ucu boklu değnek derler ya, işte ondan...

Elbette bu örnekler çok uç gibi tınlıyor, ancak sayıları pek de az değil. Hatta kitabı okursanız bazı durumların etrafınızda tanısı konmamış, uç noktaya ulaşmamış, belki fark edilmemiş örneklerini görebilirsiniz. Tüm bunlar size ne sağlar? Kendinizi, sevdiklerinizi, birlikte çalıştığınız veya yaşadığınız insanları, toplumunuzu, kültürünüzü ve sağlığınızı korumayı daha iyi anlayabilirsiniz belki. Belki çocuğunuz için daha da iyisini yaparsınız. İnsan akıl denilen güçler dengesini biraz olsun bilmeli, öğrenmeyi denemeli diye düşünüyorum. Belki bir gün bildikleriniz sizin veya birilerinin gerçeklikten kopup gitmesinde hayata bağlı bir ince ip olabilir. Hiç olmazsa da akıl sağlığınızın tadını çıkarırsınız bir güzel...

Tavsiye edilir: Karısını Şapka Sanan Adam, Oliver Sacks, Yapı Kredi Yayınları, (Özgün adı: The Man Who Mistook His Wife for a Hat), çeviren: Çiğdem Çalkılıç.