Monday, February 11, 2013

Büyük büyük örtmen...

Üniversiteye giderken bana kapıda öğrenci kimliğimi bir türlü sormazlardı, ne zaman göstermeye çalışsam "estağfurullah hocam ne demek buyrun!" derlerdi güvenlik görevlileri... inanılmaz bozulurdum bu duruma, tamam yaşım diğer öğrencilerden iki üç fazlaydı ama bu kadar da değil yani!

Yüksek lisans yıllarında beyin denen nesneye olan merakım, insan, genetik, kalıtım, yapı, çevre, aile filan derken öğrendiklerimden sonra bir gün yine okul girişinde "günaydın sayın hocam" diyen görevliye baktım ve uyandım! Üç nesil eğitimle uğraşan bir kadınlar kuşağının en genç olanıyım ben!!! Dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına giren tilkiyim. En iyi becerdiğim şey öğretmek olmayabilir, hatta şu anda öğretmek kelimesinin geçerliliğine bile inanmıyor olabilirim, öğrenmeyi sağlayabilmek için kırk bin takla atmayı göze alanlardan da olabilirim, hatta tüm bu hallerimi değiştirip durabilirim ama değiştiremeyeceğim bir şey var: Suratımdaki "Süha öğretmen" ifadesi... Tabii ki "örtmen" suratım olacak, tabii ki bana kapıda güvenlik görevlileri hazırolda durup bakacak, suratımdan, yürüyüşümden, dudak kenarı kıvrımımdan akıyordur benim örtmenlik, kaçışı yok ki bunun!

Süha örtmen... yüzlerce adamın ve kadının emektar örtmeni, Füsun ve Belma'nın annesi, Ayşe ve Eren'in anneannesi... 1926 doğumlu, Konya'nın Ereğli'sinde annesini erken kaybedip zorlu şartlarda ve müftü dedesinin desteğiyle okuyup öğretmen olan Süha... Hem kardeşlerine bakan, hem başarıyla memlekete eğitim adına hizmet vermek için didinen Süha... Sırtına dedesinin yüklediği yatak döşeği, iki parça giysi ve bir kitapla evden çıkıp başka şehirlere gidip öğretmen olmak için ter döken Süha... Hayatı boyunca hiç adam olmayacak onlarca adamı 'döve döve' adam edip yurtdışlarına okumaya gönderen Süha... Yardımsevenler dernekleri kuran, çocuklar okutan, yetime yoksula hep kol kanat geren büyük önderin takipçisi Süha... Süha, Fransızca öğretmeni...  (bu fotoğrafı 1975 Ankara İmam Hatip Lisesi'nin bir yemeğinden, o zamanlar İmam Hatip Lisesi'nde görev yapan eğitim neferi Fransızca öğretmenine ve fondaki kadınların modernliğine, şıklığına dikkat çekmek gerek!!!)

Zor kadın Süha, hayatının her anında güçlü, yardımsever, ilkeli, katı ama sıra torunlara gelince az biraz şefkatli kadın. Yok, oturup onun bütün hayatını anlatmayacağım tabii ki, ama bir iki kulak misafiri olduğum, sonradan öğrendiğim anısını paylaşacağım.

Bir hayli zaman önce hepimizi topladı dedi ki "aile soyağacı çıkarıp düzenlemek lazım, büyük aileyi, sülaleyi biraraya getirmek lazım, ben elden ayaktan kesilmeden bu işi yapmazsam kimse yapamaz benden sonra, birbirinizi bulup tanıyamazsınız bile, aynı anne babadan kimler kimler olmuş bari hayatınızda bir kere görün"... Gördük, tanıştık. Teyzem çok uğraştı ona yardım etmek için, sonunda tüm sülale, Ereğli'de büyük bir bahçede biraraya geldik, sülaleye dahil herkesi oraya getirtti anneannem, büyük şölen yapıldı, kocaman bir soyağacı çizildi hazırlandı, bir ara kahve yapmaktan kafamı kaldırmayı başardığımda bahçede annemin önünde yirmiden fazla insan gördüm, ellerinde kahve fincanları fal baktırmak için sıraya girmişlerdi, anneanneme gidip napıyor bunlar diye sordum, canım çıktı kahve yapmaktan, herkes ikişer üçer içiyor galiba bunları dedim, meğer annem kendi yöntemiyle nasihat ediyormuş (fal bakarak!), hayat dersleri veriyormuş ama sanmazmış ki anlasın bu cahiller! Belli ki en çok kendi ailesine, kardeşlerine filan köpürüyor adam olamadılar diye, eh tevellüt yetmemiş anneannem, nesil olarak seninle aynı kalmışlar, onları kurtaracak bir Süha çıkmamış!


Annem ortaokul, lise civarlarındayken okulun en yakışıklısına (kendi zevkine göre herhalde) pek bir hayran, ama içten içe tabii, o zamanlar şimdiki zamanlar gibi değil. Eh, oğlan da boş değil sanki ama anneme pek de açıkça pas vermiyor. Kolay değil tabii, koskoca Müdür Yardımcısı Süha Bingöl'ün kızına yanaşılır mı öyle? Yok, yanaşılamaz. Oğlan da naapsın, gel zaman git zaman düşünüyor, kıza bir mektup yazıp hislerini açıklamaya karar veriyor. Mektup Süha'nın eline geçiyor (ahhh sen o kadar uğraş sonra kaptır mektubu, hem de en korkulacak kadına, kızın annesine, eli sopalı müdür yardımcısına!). Süha gayet sakin, çağırıyor oğlanı odasına, çekiyor kenara ve nasihat ediyor; "sen efendi çalışkan çocuksun, kibarsın, böyle şeyler sana yakışmaz. Sen şimdi bu meseleyi bağrına bas, git üniversite oku, sonra gel kızı iste veririm sana, ama o zamana kadar muhabbet münasebet yok, ikiniz de önce okuyun adam olun sonra bu işler" diyor. Eh, emir büyük yerden, bizim oğlan çıkıyor odadan tırıs tırıs, başı önünde gidiyor. Annem tüm bunlardan habersiz bir süre daha göz süzüyor oğlana, sanıyor ki oğlan onu sevmiyor, bir zaman sonra AFS ile burs kazanıyor (ne tesadüf!) ve annesi O'nu lise sonu okumak için Amerika'ya gönderiyor, Konya Ereğli'den bir hayli uzağa... Annemin ilk Amerika macerası ayrı bir destan, ama bir yıl sonra döndüğünde Ankara'ya, üniversiteye gidiş, babamla tanışma, büyük aşk derken minik bir kız çocuğu filan, hayatın gidişi annem için değişiyor... Oğlanla bir karşılaştıklarında annem ona görüşmelerinin iyi bir fikir olmadığını, annemin sevdiği biri olduğunu söylüyor. Oğlan, bir kaç yıl önceki gibi yine başı önünde tırıs tırıs uzaklaşıyor garibim... Aslında anlaşılan çok da uzaklaşmıyor, anneannem hep nerede olduğunu biliyor, oğlan her yıl öğretmenler gününü, bayramlarını kutlamak için arıyor, ziyaret ediyor öğretmenini. Hatta anneannem bir kaç kez beni ona götürüyor, Ankara'daki dükkanına, iade-i ziyarete... Adam için durum ilginç, hiç evlenmiyor, annemi sevmekten vazgeçmiyor, hep yakın ama uzak süzülüyor hayatta. Tüm bunlar, bir iki yıl önce, bir okul buluşma yemeğinde yeniden karşılaştıklarında ve tekrar görüşmeye başladıklarında çıkıyor ortaya, bizim Süha o zamanlar sağ, yaz tatilini bizim yazlıkta geçiriyor Silivri'de. Yine onu ziyarete gidiyor oğlan, annem de orada, komik bakışmalar, iç geçirmeler... Annem sonunda merakına yenilip soruyor, zamanında böyle böyle olmuş doğru mu diye, bizimki cevap veriyor: " Demişimdir, doğru demişim hem!" Annem az daha ileri götürüp "bak anne bunca yıl sonra köprünün altından ne sular akmış, şimdi gelip istese verir misin beni?" diye soruyor, Süha yanıtlıyor: "Veririm tabii, efendi, akıllı, çalışkan çocuk, daha iyisini mi bulucan?" Neyse ki oğlan istemiyor, annem de "verilmiyor". İyi ki o zaman da "verilmemiş" annem, benim akıllı anneannem annem için en iyi olan diye düşünüp onu hep okumaya, Ereğli'den çıkmaya ve büyük işler yapmaya itmiş. Sıradan olmasın diye uğraşmış, aslında sadece annem için değil herkes için, kendi öğrencisi olsun olmasın, her bir oğlan ve kız çocuğu için....

Yine aynı yaz, çok yaşlı, elden ayaktan kesiliyor yavaş yavaş, yitip gidecek diye düşündüm, Silivri'de onu ziyaret edip video kamerayla karşısına kuruldum, röportaj yapayım dedim. Sonra baktım annem daha iyi bir muhabir, hem daha iyi bilir onu, dedim "anne sen sor anneannem anlatsın"... Bizimkilerin ikisi de saçlarını taradılar, üstlerine başlarına çeki düzen verdiler, yanyana oturdular anne kız, başladılar muhabbete... bir an geldi ben dayanamadım patlattım soruyu: "Anneanne senin için eli sopalı sert öğretmen diyorlar, herkes korkuyormuş senden, çok saygı duyup seviyorlarmış ama korkuyorlarmış da, çok döver miydin? nasıl döverdin?" ... Sinirlenince çocukken geçirdiği felcin etkisiyle gözlerinden biri şehladan şaşıya döner anneannemin, o gözleri kayarken gördün mü kaçacaksın! Döndü bizimkinin gözleri tabii, "hiç dövmem ben canım!" dedi, yanında oturan annem de (ki kamera onu da çekiyor tabii) onaylayan bir surat yaptı, gözlerini başka türlü devirdi ve olay anlaşıldı ki kimse konuşamayacak bu konuda, ama bizim eli sopalıı öğretmen sıkı vururmuş orası belli. Ben de taktım ya, öğrenicem, didiniyorum teyzeme anneme yapışıp, kimbilir ne komik anıları vardır diye, Hababam Sınıfı ile büyüyen nesilim ben, komik olmalı hikayeleri, ama öğrenemiyorum... Sonunda öğrendim, geçen yaz cenazesi için Ereğli'ye gittik, teyzemle camiinin yanındaki kahvede zaman öldürüyoruz, gelen giden bol, teyzem bol bol ağlıyor, beni insanlarla tanıştırıyor, çocukluk anıları depreşmiş, zor ama unutulmaz anlar... Yanıma yanaşan teyzelerin amcaların bir kısmı (tamam kabul büyük kısmı), rahmetlinin ne kadar değerli bir hoca olduğunu kendi hayatlarını ya da kardeşlerinin hatta anne babalarının hayatlarını nasıl değiştirdiğini anlatırken her seferinde tatlı tatlı bir de dayak hikayesi eklemeye başlayınca öğrendim. Cetvelle vururmuş, avuç içine vururmuş, klasikçilerdenmiş, ama çok kızdırırlarsa elle de surata sıkı patlatırmış. Nedenleri daima dürüstlük, çalışma, azim amaçlı olurmuş, yalana, tembelliğe ve kötülüğe katlanamazmış, geçiriverirmiş...

Süha'nın pek yorgun son zamanları, unlar elenmiş, elekler asılmış, evden çıkılamıyor, yataktan pek kalkılamıyor, beden küçülüyor ama zihin eskisinden büyük, tam randıman çalışıyor inanılmaz bir güçle, eh yine de ara sıra beyindeki bazı merkezlerin kontrolleri, becerileri değişiyor, gitgeller oluyor... Eniştem geliyor eve, yine sesleniyor "Denizkızı Eftelya'm nasılsın bugün?" diye, anneannem cevaplıyor zar zor... Sonra eniştem devam ediyor sohbete:
- "Kaç kızın var senin?" Anneannem eliyle işaret ediyor iki diye, sesi yorgun, sonra isimleri sorulunca söylüyor. 
-"Peki kaç torunun var?"  Yine keyifle isimelerimizi söylüyor, Eren Belma'nın oğlan, Ayşe Füsun'un kız...
- "Kaç koncan var?" Yine sayılıyor sırasıyla, herşey yerinde...
- "Peki şimdi kaç sevgilin var?" diye soran eniştem muzurluk peşinde değil aslında, espiri olsun yüzler gülsün diye soruyor büyük ihtimal, ve sonra alıyor yanıtını:
"-2!"
!!!! Evet, 1926 doğumlu değerli emekli öğretmen Süha'nın iki sevgilisi varmış meğer!! Ne oldum demeyeceksin hayatta arkadaş!!

18 yaşımda evi terkettim, tüm ailem beni anneme "döndürmeye" çalışırken bir gün kendi evimin kapısında anneannemden not buldum: "geldim İstanbul'a, seni görmek istedim, annende kalmıyorum Meral teyzendeyim, ara randevu al, gel beni gör". Ne yalan söyliyim korkumdan arayamadım iki gün ama sonra, aramazsam daha beter olur, hem korkunun ecele faydası yok, hatta şey olmuş şeyin davası olmaz filan diye diye aradım, kalkıp gittim ziyaretine. Bana bir kitap uzattı hediye, "yüreğinin götürdüğü yere git", Susanna Tamaro... "ben konuşmayı beceremem, yazamam da ama bu kadın iyi yazmış" dedi, "hem de tam bizim gibi üç nesil kadınlar üzerinden yazmış, anneannenin torununa söylemek istediklerini yazmış, al oku, ben demişim gibi oku"... Ben eve döndüm şaşkın vaziyette, hiç kızmadı, beni anladığını ve onayladığını söyledi, hatta cesaretlendirdi 'yüreğinin götürdüğü yere git' diye. Bir süre sonra; bir elimde kitap diğerinde kahve, geçtim evin (bir tek göz odacık aslında ilk evim) köşe minderine başladım okumaya. Kitabı açınca içinden bir zarf düştü, baktım adım yazıyor "seni çok seviyorum canım kızım" notuyla beraber, içini açtım, tam sekiz aylık kiram kadar para! Hemen gündüz işimi bırakıp bir gece işi bakındım kendime ki üniversiteye devam edebileyim... Daha nice maddi manevi desteği var elbette ama kimse bana inanmazken inandığından mıdır nedir ayrı bir yer etti içimde...

Örgü örmeyi öğretti bana iki kez, ilki küçükken yazlıkta ama ben sonra devam ettiremedim unuttum, ikincisi yaklaşık 10 yıl kadar önce. Kalp krizi geçirdi, atladık gittik yanına, annem, teyzem, ben biraz duralım yanında dedik, birinci gün yün ve şiş aldım "hadi öğret şimdi hazırım işte" dedim, örmeyi öğretti hemencecik, hala örüyorum, büyük keyifle kış günlerimin film yanına çerez keyfi, beni evimde hissettiren samimi bir meditasyon örgü... ikinci gün de zılgıt yedik: "bir daha bana onu yeme, bunu yapma, yok dışarı çıkma, kendini yorma filan demek yok, oturun karşıma da dinleyin, benim çoktan ölmüş olmam lazımdı, ben bonus hayatlarımı yaşıyorum zaten, onları da kısıtlı yaşayacak değilim!" ve o sene çok gezdi, iki hafta sonrasında Kuşadası'na gitti emekli öğretmen arkadaşlarıyla ve devamında daha da çooook gezdi...

Eğitim dünyasında ilk işim, yeni başlamışım. Odada beş kızız, iki eğitim teknolojileri uzmanı, bir program geliştirme uzmanı, iki yaratıcı drama öğretmeni, keyifli bir grubuz "Öğrenme Merkezi"nde, o zamanlar cicim ayları, bölüm yeni kurulmuş filan... Bir e-posta geldi, açıp baktım ki Süha'dan!

"Sevgili Aysecigim,
Bugun 1 Nisan ve son sakayi ben yapmak istiyorum. Gordugunuz gibi sanal anneanne oldum. Artik bana mesaj gonderebilirsiniz. Sizleri cok seviyorum ve basariniz icin dua ediyorum, varliginiz beni mutlu ediyor.
Sizleri sevgiyle opüyorum.
Sanal anneanne Suha"
 
Bölüm olarak yerlere yattık gülmekten, ben birkaç gün inanamadım anneannemin bilgisayar başına oturup kendine bir e-posta hesabı açıp, hem Eren'e hem bana hem anneme filan e-postalar gönderiyor olmasına....

Kıssadan hisse (bu kez anneanneden):
  • Daima güçlü olacaksın, yılmayacaksın, yıkılmayacaksın. Hayat katlanılmaz sandığın acılar verebilir, hepsine katlanacaksın çünkü insan denilen mübarek, bu güce sahiptir. 
  • İlkelerinden, dürüstlüğünden, hayırseverlikten, adaletten yana olmaktan, zayıfı korumaktan, iyilik yapmaktan hiç vazgeçmeyeceksin. Çocuk okutacaksın, evlatlık edineceksin kendi çocuklarına kardeş (tabii çocuk doğuracaksın hala yapmadıysan), yetimlere yoksullara malını, aklını, yüreğini paylaşarak destek olacaksın. 
  • Kimseyi kandırmayacak, kimse tarafından da kandırılamayacaksın. Saksıyı iyi çalıştıracaksın, bilinçli olarak "iyi" ve "doğru" olacaksın, kazara iyi olana "saf" denir, sen saf olmayacaksın. 
  • Açık sözlü olacaksın, doğruları düşünüp görmek yetmez, doğruları doğru biçimde söylemek gerekir.
  • Okuyacaksın. En iyisi için çok çalışıp daha çok öğreneceksin, öğrenmenin sonu yok, durmayacaksın, etrafındakilerin durmasına da izin vermeyeceksin. Hayatta en kötü şey cehalet, cehalete taviz vermeyeceksin, savaşacaksın.
  • Dürüst, doğru ve zorlu yoldan başarılı olacaksın. Asla kolaya kaçmayacaksın. Ama başarı için uğraşacaksın, yan gelip yatmayacaksın.
  • İnanacaksın. Kendine, başkalarına, bilime, her neye inanman gerekiyorsa.... Körü körüne değil, bilerek öğrenerek, sorarak ve düşünerek, kanmadan, usuna güvenerek, ama inanacaksın. İnancını yitirirsen gücünü de yitirirsin, iyiliğini de yitirirsin. 
  • Daima güncelleyeceksin kendini, yeni teknolojileri takip edeceksin, keşifleri, icatları bileceksin, genel kültür daima tazelenecek, sanat yakından takip edilecek, desteklenecek. Kendini çok yönlü besleyeceksin. Topluma da iyi örnek olacaksın bu açıdan...
  • Yol yordam bileceksin, dünyanın neresine gitsen kurallara uymayı, görgülü davranmayı becereceksin. Daima bir hanımefendi gibi oturup kalkacak, daima sofrada en zarif ve görgülü davranan olacaksın. Bilmeyenlere adap, görgü öğreteceksin.Asla kamburunu çıkarmayacaksın, yamuk basmayacaksın ve daima bakımlı, zarif, şık ve kaliteli giyineceksin, öyle davranacaksın.
  • Kimseye muhtaç olmayacaksın. Kendine bakacak, özgür olacak, hatta başkalarına ayaklarının üzerinde durabilmeleri için öğütler verip destek olacaksın. Asla kimseye boyun eğmek zorunda kalmazsın, eğer her işini kendin görebilirsen, ki doğan, gücün ve becerilerin itibariyle istersen herşeyi yapabilirsin zaten.
  • Gezeceksin, insan ve kültür tanıyacaksın. Her fırsatta dünyanın başka bir köşesine gideceksin. Yeni insanlarla tanışacaksın, kültürlerini, dillerini, inançlarını, geleneklerini, bilim ve eğitimlerini öğrenceksin. Meraklı olacaksın.
  • Saygı duyacaksın. Kendine saygı duyulmasını istiyorsan hiç ayırt etmeden her canlıya saygı duyacaksın. Hayvanları da insanlar kadar koruyacaksın.
  • Çevrene iyi bakacaksın. Evini, odanı, dolabını, mahalleni, şehrini, ülkeni ve dünyanı temiz tutacaksın, tutmayanı uyaracaksın!
  • Dil öğreneceksin. Kendi dilini iyi konuşacak, doğru yazacaksın, başka dilleri de merak edecek, en az birini ana dilin gibi öğreneceksin, kullanacaksın. Daima başka ülkelerden arkadaşların olacak, irtibatını kesmeyeceksin. Her dil yeni bir dünyayı fethetmek demektir, bir tek kendi dünyanla sınırlı kalmayacaksın. 
  • "Mış" gibi yapmayacaksın. Her ne yapıyorsan işini ciddiye alacak ve düzgün, özenli, kaliteli yapacaksın.
  • Daima zamanın takibini bilecek, vaktinde davranacak, asla geç kalmayacaksın. Dakik olmak, işine, karşındakine ve kendine saygının en önemli göstergelerinden biridir.
  • Genç ve sağlıklı kalmak için keyif aldığın şeylerden, anı yaşamaktan, hayattan tat almaktan hiç vazgeçmeyeceksin. 
  • En az bir hobin olacak, ona ve daha fazlasına vakit ve emek ayıracaksın. Üreteceksin ki çoğalasın, çoğaltasın. Boş durmayacaksın.
ve bu liste böyle uzaaaarrr gideeerrrr..... Oldukça uzun, sağlıklı ve güçlü bir ömürün ardından yüzlerce dövüle dövüle başarılı yetişkin olmuş insan, korunmuş kollanmış çocuklar, kadınlar, değerli bir çekirdek aile ve pek çok ders kalır geriye... Herkese bu kadar dolu ve değerli anlarla dolu bir yaşam ve ötesini dilemek lazım....

(Fotolar: Belma Bayazıtoğlu tarafından, anılar heryerden...)



Kayıp giden yıldızlar yola devam ederler di mi?

Dün akşamüstü Kafka'da oturmuş (yok kendisi şahsen Kafka değil, sadece kafenin adı o) çay eşliğinde karşılıklı minik bir rol oyunu oynuyorduk... Nerden çıktıysa artık, ben bir hayli koyu karanlık, huysuz, nihilist olduğunu sanan ama anlamını pek bilmeyen, oldukça frijit yaşlı (aslında genç?!?) bir vampir kadın oldum... oyundan bir iki replik:
-"kaç yaşındasın?"
-"ne biliyim 300'den sonrasını saymadım...çok sıkıcı teker teker yıl saymak"
-"çok şey biliyor olmalısın?"
-"kimse hiçbirşey bilemez, sadece bildiğini sanır..."
-"ama bildiğin bir tek şey bile yok mudur?"
-"cık..."
-"ama mesela ben kendim varım biliyorum"
-"sana öyle geliyor olmayasın? benim için yok olman an meselesi mesela..."
-"hmm... tamam o zaman... en azından her sabah güneşin doğduğunu ve her akşam battığını biliyorum?"
-"güneş doğup batmaz, dünya döner hepsi bu... tüm gerçek dediklerin ilizyon... bilmek yok... hiçbirşey yok...herşey sen öyle olduğunu varsayıp düşündüğün için öyle, gerçekte öyle değil, büyük ihtimalle hiç değil, hatta en çok hiç..."

Olabilir... ama her sabah o güneş ben görsem de görmesem de beliriyor tepemde, ya da farklı bir deyişle sürekli o sıcak koca yıldızın etrafında dönüp duruyoruz, biz güneş diyoruz ona, başka bir zaman evrenin başka köşesinden bakan bir göz için sadece bir yıldız, belki birileri için çoktan toz bulutu ya da kendi felaketlerinin habercisi....

Olabilir... zamanı biz kurguluyoruz, bölüyoruz, topluyoruz, ayırıyoruz... ama yine de bazı zamanlarda daha parlak ortalık, gün geçiyor gece basıyor, bir karanlık ortalık... pırıl pırıl yıldızlar çıkıyor o karanlığın aralandığı her köşesinden evrenin... şimdi biz o yıldızların bazılarını kuyruklu yıldız olarak kırk yılda bir bizim gezegene yakın geçerken, anlık da olsa görebiliyoruz ya; hah işte o "kayıp giden" dediğimiz yıldızlar yollarına devam ediyorlar diye inanmak istiyorum. Dedemin, babamın, babaannemin, anneannemin, büyük teyzemin, büyük dayımın şimdi artık birer yıldız olduğuna, evrende özgürce salınmakta olduğuna inanmak istiyorum. Dali'nin de bir yıldız olacağına inanmak istiyorum. Kendim için önemli değil ama pek sevdiklerim için gerçekten en ön koltuktan sonsuz bir evrende bol huzur mutluluk dolu manzara diliyorum evrensel yolculuklarında...