Wednesday, October 20, 2010

Europa InTakt Şöleni



Hayat bu aralar kendini ve ederini tuhaf yollarla gösteriyor. Şikayet etmelerim çok azalıyor, farkındayım; elim ayağım tuttuğu, kafam çalıştığı için ne kadar şanslı olduğumun, farkındayım istisnai değerli bir ailem ve inanılmaz dostlarımın yanıbaşımda olduğunun ve farkındayım bir kadının olabileceğinin bile ötesinde mutluluğu tam da şimdi tadabilmiş olduğumun... Hepsinin de kıyısına köşesine kadar burnumu sokuyor, doyasıya ve hatta doyamasıya içime çekiyorum her fırsatta... Ama hayat bana bunu tuhaf yollardan yaşatıyor... Önce tadından yenmez bir haftamı paylaşmak istiyorum, acı haber sonra gelsin, zaten üst üste hissediyorum bari burada yazıları üst üste olmasın...

Efenim, Almanya'daydık, KeKeÇa ile "inclusive" bir şölende, Europa InTakt Şöleninde; yanımızda 23 "işitmeyen" ve 2 "işiten" öğrenci ile beraber. Şölen diyorum çünkü konferans, seminer, atölyeler, konserler, bir haftalık kamp vb. hiç bir terim şölen kadar yakışmıyor yaşadığımız şeye. Bu öyle bir şölendi ki gündüz birlikte kahvaltı ettiğim otistik arkadaşım akşam gösteride lezzetli bir vurmalı grubunda koto davulu çalıp şarkı söylüyor, gündüz birlikte gölge oyunları atölyesinde alt alta üst üste perdelerin arkasında süründüğüm "down sendromlu" arkadaşım gece kilise konserinde bir İtalyan Senfoni Orkestrasının baş kemancısı olarak solo atıyor, bizim süper "işitme engelli" gençlerimizden biri bir İtalyan hocayı yakalamış hostelin kapısının önünde ona Türkçe öğretip karşılığında İtalyanca öğreniyor, gecenin bir yarısı 50 metre ilerdeki kilise meydanında başka topraklardan gelmiş üç beş adam bedenimizi çalarken yoldan geçen bir Alman genci olaya tezahurat etmekle yetinmeyip dayanamayıp çembere giriyor, sonra yolda gördüğü herkese bağırıp çağırıp bizim çemberi büyütüyor, sabah kahvaltısında "spastik" Daniel bana Fransızca öğretiyor, Litvanya'lı "spastik" güleryüzlü kız Gökçe'yi her gördüğünde kendi bedenine vurarak öğrendiği ritimleri pekiştiriyor, tüm gösterilerde salonları inleten alkıştan hemen sonra bizim EEYO gençlerinin işaret dili alkışıyla herkesin (yüzlerce insan) elleri havada sallanıyor....

Bu "engel" kelime ve sıfatları hep tırnak içinde kullanılacak bundan sonra, çünkü "engelsiz" insan sürüsüne "engel"miş gibi görünen pek çok özelliğin ardında ne kadar da engellerinden arınmış, değerli sanatçı, usta ve pırlanta insan olduğunu biliyorum artık. Uri bana tekrar gerçekten içimden yüreğimden sarılmayı hatırlattı, Daniel her sabaha gülümseyerek ve herkesi selamlayarak başlamamız gerektiğini, Zıp Zıp (adını hiç öğrenemiycez sanırım) her an her yerde sanki kimse yokmuş gibi dans etmem gerektiğini, Eva bir perdenin ardında silüet olarak da yüz ifademi yansıtabileceğimi öğretti, Uri bana her gün en az onbeş kez sarılmam gerektiğini hatırlattı, Charlie beden müziğinin yeni karşılaşanda yarattığı heyecanı, dostluğun zaman ve mekandan bağımsız hemencik olabileceğini gösterdi, Alex içimdeki kuşu, maymunu, ayıyı öğrencileri üzerinden gösterdi, Linda gülümseyip zıplarken kocaman bir ritim grubunun tüm komutları saniye sektirmeden uygulayabileceğini ve bunun için duymaya bile gerek olmadığını gösterdi, Uri bana ağrıyan yerim olduğunda sevdiğim birinin eliyle dokunmasını sağlamam gerektiğini hatırlattı. Uri bana insanlarla göz göze geldiğimde gözlerinin en içine kadar gülümseyebileceğimi hatırlattı. Uri, hepimize dansın büyüsünü gösterdi. Uri, hepimizi o minik kafası, kepçe kulakları, tamamen şaşı, burnuna yapışmış koyu mavi derin güzel gözleri ve gülümsemekten kırışmış dudak kenarlarıyla büyüledi. Onun varlığı yetti, tıpkı Zıp Zıp gibi...

Ve son gün partisinde hayatımda gördüğüm en etkileyici dans yılanının başını tekerlekli sandalyedeki otistik arkadaşımız çekiyordu, arkasında 300 katılımcının her şeklinden bir kaç tane vardı, eğitmenler, bakıcılar, sanatçılar, öğrenciler, destekçiler, anneler, yöneticiler, işitme engelliler, spastikler, görmeyenler, otistikler, davulcular, kemancılar, gölgeciler, ışıkçılar, sesçiler, garsonlar, gönüllüler, dansçılar, bisikletliler, görenler görmeyenler, duyanlar duymayanlar, yürüyebilenler zıplayanlar....

Şölen Irmgard Merkt'in insanüstü çabaları, büyüleyici enerjisi, bitmek bilmeyen duru aklı ve cesur yüreği, gücüne güç katan deneyimi ve melek gülümsemesi ile gerçekleşti. Daha da büyüyecek, daha çok insan daha çok gülümseyerek, daha çok çaba harcayarak daha insanüstü şeyler yapacak, ve bu şölenler bir gün sizin kasabanıza kadar gelebilecek. O'na gıyabında "goddess" demeleri boşuna değil, böyle bir şölenle en az 300 kişinin hayatını bir haftada böylesine güzel değiştirebilmek tanrısal bir güç ister, bir o kadar da haz verir eminim... İyi ki varsın Irmgard ve iyi ki varsın KeKeÇa! Bu yaşadığım için teşekkür etmem gereken insan sayısı o kadar çok ki yazmaya başlarsam okuyanların hepsini bayıltırım korkarım ki.... O yüzden herkes ve hepsi adına iyi ki varsın Uri!

No comments:

Post a Comment